Çok basit bir araştırma yapmanızı öneriyorum bugün. Elimize -maalesef ki- en sık yapışan araştırma metoduyla hem de; internette gugıllayarak. “Kasap soygunu” yazın. Sadece ilk sayfa ardarda üç tarih veriyor; diğer sayfalara ilerlemeye gerek yok. Üç ardışık aya ait, et soygunu hikayesi.
Hepsi “lüks otomobil” vurgusuyla başlıyor, akabinde gelen “kasap” sözcüğü ve ne kadar çalındığı...
-2 Ağustos 2010
Şişli'de bir kasaba giren hırsızlar iki büyük dana budunu alarak kaçmaya çalıştı. Çalıntıl üks araçla uzaklaşmaya çalışan hırsızlar 200 kiloya yakın eti bırakıp kaçtı. Polis hırsızların peşine düşerken, duruma şaşıran kasap, “Ete bu kadar zam gelirse butlar da gider, her şey de” dedi. (Radikal)
-2 Eylül 2010
Zonguldak'ta iki hırsız, lüks otomobille geldikleri kasap dükkanından 350 kilo eti çalarak kayıplara karıştı. Etlerin çalındığını fark eden dükkan sahibi Yılmaz Bayram, olayın şaşkınlığını üzerinden atamadı. Hırsızların bir an önce yakalanmasını isteyen Bayram, “Sanki anahtarla açmış gibi içeriye girmişler. Etlerin kancalarını bile çalmışlar. İlk defa böyle bir şey başıma geldi. Son model arabada hırsız olacağını kimse tahmin etmez. Dört dakika içinde dükkanı boşaltmışlar” dedi. (AA)
-8 Ekim 2010
Esenler'de bir kasap dükkanına giren kimliği belirsiz et soyguncularının, kuzu ve dana etlerini çuvallara doldurarak kayıplara karıştıkları bildirildi. Polis, kısa sürede gerçekleşen ilgin. Soygun ile ilgili failleri yakalamak için çalışma başlattı. İddiaya göre, kimliği belirsiz kişi ya da kişilerin, Gaffur Yeşil'e ait toptan et deposunun kepenk ve dış camını kırarak içeri girdikleri daha sonra da depoda bulunan kuzu ve danadan oluşan yaklaşık 300 kilogramlık etleri çuvala doldurarak kayıplara karıştıkları bildirildi. (AA)
3 resim arasındaki 7 farkı bulmak güç. Ama Ağustos'taki mağdur kasap, stratejik yanılgılarla, evrenin püf noktasını çözmüşçesine; “et fiyatlarının artışıyla, her şeyin gitmesinin doğal”lığından vurmuş. Çalanlar ihtiyacı olanlar mı?
Hiç sanmam. Ne o kadar iyimserim, ne de sırta yüklenebilen 300 kilo eti masumane saklama kabı projesinden sayabiliyorum. Kara borsada et işte. Kapış kapış. Kimse et alamayacak noktaya gelirse, el altından Kapalıçarşı piyasasına bile sızdırılır bakarsınız.
1 paket süt çalan ve sadece kredi borcu parayı çalmaya giren hırsızlara, hırsız damgasını koymaktaki çekincem bundandır belki.
Açız. Ve aslında bu ülkenin gazetelerde “görmemenin” seçildiği kadar da yetersiz. Çocuğun okul masrafını toparlayamıyoruz mesela, ama o da sorun değil. Ya da kayıtsızız; olmadı birkaç alt kademeden girişli. Ancak o da sorun değil. Tam da bu noktada bizi aydınlatan reklamla çıkıp geliyor bir iş adamı işte.
Hiç üzülmememiz gerektiğini, bizim de birer havuzlu villa sahibi olabileceğimizi, hepi topu 10 milyarcığa -hadi istediğiniz gibi olsun, ytl cinsinden ufaltalım, 10bin- ihtiyacımız olduğunu söylüyor. Sonra gelsin golf sahalı katlar, havuzlu villalar, onuncu katından intihar, onsekizinci katından iflas manzaralı konutlar.
Et parasızlıktan mı yiyemiyorsunuz? Üzülmeyin canım, karaborsadan buluruz. Kredi borcunuz ağırınıza mı gidiyor? Çekin bir kredi daha, korkmayın; 10bini gitsin Ayazma'da havuzlu villaya.
Buna da üzülmeye değer mi?
En ucuz et, beyin. Silip, satıverin. Sonra versin elini havuzlu villalar; içinde karaborsadan bulabileceğimiz etleri pişirir gibi yapacağımız.
İnsan hakları beyannemesine ek madde talep etmeliyiz; bir adet pozitif hak. Havuzlu villa hakkı. Özgürlükmüş, yaşamakmış, karın doyurmakmış bahane.
“Herkese et - süt” demek, toplumsal suç artık.
0 comments:
Post a Comment