Bu yazı eşzamanlı olarak BaskaHaber'de yayınlanmaktadır.
Tüm hafta “yayınladığı ABD'ye ait diplomatik belgelerle dünyanın gündemine oturan internet sitesi Wikileaks” kelimeleriyle başlayan ve mutlaka ilk cümleyi bitirmeden “Türkiye hakkında da birçok kripto bulunduğu”nun kenardan sıkıştırıldığı metinler yazarak, yayına verdik. Wikileaks sitesinin çökertilmesi ve bu çök-ertil-mesi esnasında, ülkelerin nasıl da demokrasi savaştırdığına da tanık olduk. Sistemi bozduruldu, tehlike dendi, ABD'nin bilgi alma kaynaklarına müdahale etmesine dünya-cak alışıktık da, Fransa da nasıl olurdu yani?
Türkiye'ye ait bilgilerden bahsedip, dış mihraktır, amaçlıdır, kuruştur, sekiz banka hesabıdır, otokratlıktır(!) bahsedip yorum yapacağımı sanmayın. Zira ben başbakanın televizyonda canlı yayında “müsterihleşememe”sini izlerken algılayamamışım yeterince dediklerini. Sıradan “ne olursa olsun, içeriyi korkut, senin oyun içerdedir” söyleminden yapıyor sanıyordum. Ta ki, Amerikan Wall Street Journal'in 3. sayfasında canlı yayındaki sözlerinin haberleşmiş hâlini okuyuncaya kadar. İngilizcede, hele ki resmi metinlerde, kısa ve tehditkâr cümleler yoktur, mâlum. Ancak helâl olsun, nasıl da güzel çevirmişler; kuruşun Lira'nın yüzde biri olduğunu belirterek devam ettiği, “I don't have a single kuruş in any of the Swiss Banks”i (*İsviçre Bankalarında tek bir kuruşum bile yok) mi ararsınız; “those who smear us will be crushed under their accusations; they will end, disappear”ları (bize iftira edenler, kendi suçlamalarının altında ezilecekler, yok olacaklar) mı ararsınız artık, bilemem. Ama şenlikti. (1)
Öte yandan ABD'nin belgelerde yazanların gerçek olmadığını değil de, ortaya çıkması konusunda “üzgün” olduğunu belirtmiş olmasının güzelliğinden dem vurmadan yazıda ilerlemeyi içime sindiremiyorum. “Tehlikeli adam”ımız Ahmet Davutoğlu ve şürekasının “özür isteme”si bir yana, “oh aman ne güzel, özür dilediler” diyerek, dil ve algı yetersizliğimizden ötürü siyaset güruhu olarak huzura erişmiş bir ülkenin insanlarına dönüştük tek gecede. Ragıp Duran'ın sözlerini de şu noktada elimi kalbimin üzerine koyarak tekrarlamak istiyorum;
"Salı günkü gazeteler, Davutoğlu’nun ağzından Clinton’un özür dilediğini yazdı. I am sorry! Clinton, Davutoğlu ile görüştükten sonra basın toplantısı yaptı. Özür dilediğini filan söylemedi. Sadece üzgün olduğunu söyledi. I am sorry!”(2)
Madem “gazeteler” dedim, duydunuz zilin sesini. Medya tek kelimeyle, yok hayır, sınıfta bile kalamadı. Medya, okula daha başlamadığını ve ilkokul fişlerini ezberleyip birinci sınıfa giriş yaptığını belli etti. Önünce son günlerde çıkan ilk hazırlıksız olayda, önce kem küm yaptı, sonra bildiği bir fişten başlayarak, patlattı türküsünü.
Daha ilk geceden basına sızdırılan kriptolarda, 8 adet hesap sansasyonunu geçtim; Başbakan hakkında diplomatların “inatçı, çok çalışkan ve 'halkı otokrasiyle yöneten bir hayırsever milliyetçi” tanımları yer alıyordu. Gariptir; ilk gün ajansın ilk haberleri okuyan biri, diplomatların bırakın Türkiye hakkında dedikodu etmesini, eni konu “Tayyip ve Türkiye sever” olduğu konusunda görüş birliğine varırdı.
Ancak ne öyle ne de böyle; medya Wikileaks belgeleri hakkında, - doğrudur ya da yanlıştır; umursamadan- Yeşilçam'ın en sevdiğim filmlerinden Aile Şerefi'ndeki Fehmi Bey karakterini oynamaktan öteye gidemedi.
Doğru hatırlayayım diye bugün oturdum yeniden izledim bu eşsiz filmi ve not ettim Fehmi Bey ile oğlu Oktay arasındaki konuşmaları. Oktay'ın, Rıza'nın (Münir Özkul) en küçük oğluna arabayla çarpmasının ardından, Fehmi Bey, eve gelen oğlunda bir hâller olduğunu anlayarak sormasının üzerine, şöyle bir konuşma geçiyor babasıyla arasında:
-Ulan bunca yıllık babanım ben; anlamaz mıyım? Sende bir şey var, hadi anlat?
-Baba, valla isteyerek olmadı. Birden önüme çıkıverdi.
- Kim?
-Çocuk. Hiç suçum yoktu.
-Dur, sakin ol. Baştan anlat, ne yaptın çocuğa?
-Bağdat Caddesi'nde arabayla gidiyordum. Çok yavaş. Birden veledin biri kendini arabanın önüne atıverdi. Çarptım. Korktum, kaçtım.
-Korkmak neymiş? Benim oğluma kim ne yapabilir? Kendine gel. Arabada hasar var mı?
-...
-Bir bakalım. Yok. Fazla bir şey olmamış.
-Far da kırılmış baba.
-Sana bir şey olmasın da, araba mühim değil. Plaka numarasını aldılar mı?
-Bilmiyorum.
-Birkaç gün benim arabamı kullan.
-Olur.
-Hadi yürü. ... Asma ulan suratını! Yakışmıyor sana. Gül bakayım, GÜL. Bakayım? Misafirlere bir şey belli etme.
-Kızmadın değil mi baba?
-Kızmak mı? Niye? Saçmalama ulan, sen benim tek oğlumsun.
-Bir şey yapmazlar değil mi?
-Ben hayattayken senin kılına kimse dokunamaz. Aslanım benim!
-Aslan babam.
Birkaç istisna dışında kaç gazete, kaç kanal, kaç sitede bir şeyler gözümüze çarpabildi, sayabilecek durumdayım. Bizim medya pek güzel korudu. “.....” yazdı ya da “belgelerde ..... olduğu iddia edildi” bile diyemedi. Fehmi Bey'i zamanında iyi izlemiş olsa gerek, sırtlara vurdu pat pat pat; “asayiş ber kemal, merak etmeyin!”
Ama suç bizde; merak etmeyi unuttuk biz. Merak neymiş, ne olurmuş, geçti bizden; yaşlandık ve içimiz kurudu. Hatta ne ilginçtir; önümüze bir çuval kağıt atıldığında, ismimizi görsek bile, dönüp bakmıyor, “amaaan ne olacak işte” deyip, ilkokuldan ezberlediğimiz fişleri sıralayıveriyoruz.
Bir kişi de çıkıp, yazık be bize, canımızı yakıp, iğneleri batıra batıra “pelte olmuş beynimiz” demiyor. Ben de ezberlediğim fişlerimden birini söyleyerek bitiriyorum o sebeple: Taraf olmayan bertaraf olur (!)
Ve 1976'nın Yeşilçam'ın kahramanı Rıza'yken ve her şeyi pahasına oğlunun sakatlığını kabullenemeyip, -en azından- çabalarken, 2010'un kahramanı Fehmi Bey ve kopan bacağı organ mafyasına satan bir Rıza olabilmiştir ancak.
(1) http://online.wsj.com/article/SB10001424052748704594804575648382616807158.html
(2) http://apoletlimedya.blogspot.com/2010/11/wikileaks-yeni-global-gazetecilik.html
0 comments:
Post a Comment