Yalancı tanıklar kahvesi

Wednesday, April 15, 2009 | |

Vedat Türkali yine yapmış yapacağını son kitabında. 
Zaten o "asdadhja" falan yazsa bile alır okurum merak edip o ayrı ama bu kez de tadı damağımda kaldı.Kitap çıkalı 1 ay olsa da, dayanamayıp yollattım Türkiye'den ve bugün bitirdim. Arka kapakta yazanları kitabın tanıtımı açısından aynen alıyorum buraya da;

Vedat Türkali, 5 yıl aradan sonra yazdığı bu romanında Türkiye'nin 70'li yıllarına ayna tutuyor. Üniversiteli, sol görüşlü bir gencin gözünden Türk siyasi tarihinin en çalkantılı dönemlerinden birinin geniş bir panaromasını verirken, barınamadığı bir toplum içinde yolunu çizemeyen Muhsin'in tutkulu ilişkilerini de zor günlerin öyküsüne katıyor. Kökleri o yıllara dayanan ve günümüzde çokça tartışılan siyasal gelişmeler, sağ-sol çatışmaları, toplumsal güç olarak din ve sendikalaşmalar gibi konuların ve olayların bir nehir gibi aktığı roman, 12 Eylül Darbesi'ne doğru giderken, kahramanlarının hayatları üzerinden bir döneme farklı bir bakış açısı getiriyor.


Yine diğer kitaplarında olduğu gibi okuru kendi dünyasından alıp, romanın dünyasına çekebilecek kadar akıcı yazmış. Bu  akıcılık bence ilk bölümün sonrasında ortaya daha çok çıkıyor. Belki ilk bölümü okuduğum vakit benim dikkatim fazla dağınıktı, bilemiyorum, ancak ilk bölümü okurken "yine çok iyi ama sanki diğer kitapları daha iyiydi" dedim bir arkadaşımla konuşurken de. Fakat, ikinci bölümden itibaren karakterlere daha çok alıştım, Reyhan olup Muhsin'e kızdım; "Salih niye açık açık konuşmuyorsun" diye soruvermek istedim; Nedim Hoca ne kadar çok şey biliyor diye düşüncelere dalıverdim. Felsefe Hocası olan ve öğrencilerinin bile farkında olmayacağı kadar bilgisi olan Nedim Hoca yoluyla daha teknik bilgileri de onun anlatıları yoluyla katmış romana Türkali.
Romanın adının hikayesi de kurguyla anlatılıyor. Din ve laiklik tartışmalarının yapıldığı satırlarda, Nedim Hoca bir anektod olarak Antakya'da anlatılan bir fıkrayı anlatıyor. Dünyanın herkesi koşullaması durumuna örnek olan bir "Yalancı tanıklar kahvesi"nden bahsediyor. Her dava için yalancı tanıklık yapmaya hazır adamların toplandığı bir kahve.

Bunların dışında 407 sayfa olmasına rağmen, sanki bana yetmemiş hissiyle kaldım bitirdikten sonra. Muhsin de mi çarka girdi? Kendinden nefret mi edecek? Bir şeyler yapmış mıdır? diye de sorup duruyorum sabahtan beri. Öte yandan, kitap orada bitmeseydi okuyucuya da bir şey kalmayacaktı belki ve Muhsin'in kararsızlıklarına tahammül edemeyebilirdim. Kitabın sonuna bakılırsa, ki belki spoiler olur ama 12 Eylül'ü düşünmek bile yeterince iyi bir spoiler bana sorarsanız, Muhsin hiçbir denklemi çözemiyor. Düşüncesine ve bilgisine güvenilen karakterler de uzaklaşıyor gözden. Vedat Türkali bilerek mi öyle yapmıştır bilemiyorum, ancak Türkiye tarihine, 12 Eylül öncesi ve de sonrasına bakıldığında, etrafta hiçbir çözülmüş denklemin bulunmadığını görmek de o kadar zor değil. Bu açıdan iyi bir paralellik olsa da; "nerdeysek ordayız" düşüncesi insanı karamsarlıklara itmeden de edemiyor. 

Tüm bunlara rağmen, Vedat Türkali'nin konuşmalarını dinleyince, onun okuyucunun içine düşürdüğü karamsarlığa inat umudunu nasıl kaybetmediğini hatırlıyor insan.  90 yaşında bir adamın yılmadan hala daha okuyucusunun içini titreten romanlar yazabililiyor olması bile başlı başına bir mutluluk.

Kitabın dün geceden beri en çok içimi yakan satırlarını buraya da yazacağım. 

"Vız diye bir kurşun geçti kulağının dibinden. 'Salih!' diyordu derinden, boğuk bir sesle. Karanlık sokakta kanlar içindeydi Salih. 'Hava kurşun gibi ağır'dı. 'Bağır bağır!..' Bağıramıyordu. Temmuzun cehenneminde kaynayan kentin ortasında yapayalnızdı. Seni gene vurdular Salih! Elim kolum gene bağlı." (Yalancı Tanıklar Kahvesi, 335)

Share/Bookmark

1 comments:

Ar Lazi Vore said...

Kesinlikle katılıyorum. Okurken gözlerimin ağrıdığını bile hissetmedim

Related Posts with Thumbnails

Arşiv