Bornova Bornova

Tuesday, December 22, 2009 | |


Üç-dört kelime sınırıyla filmi özetlemek gerekli olsa, "küçük", "karamsar" ve "sınıf atlama" olurdu seçeceklerim. Filmden çıkarken, filmin nasıl olduğunu soran gişe görevlisine de , "çok karamsar, düşünmem gerek sanırım" cevabını vermem de bu yüzden olmalı: Küçük ölçekli hayatları yaşayan veya yaşamak zorunda bırakılan insanların, küçük ölçekli kalan hayat beklentileri, küçük hayalleri.

Altın Portakal'dan en iyi film, en iyi erkek oyuncu (Öner Erkan), en iyi yardımcı kadın oyuncu (Damla Sönmez), en iyi kurgu (Erkan Tekemen) ve SİYAD Ulusal Jüri ödülleriyle geri dönmüş olan, senaryo ve yönetmenliğini İnan Temelkuran'ın yaptığı Bornova Bornova, filmin kendi sitesinin de sözleriyle, hayallerimizin iyice küçüldüğü, ruh sağlığımızı bozmadan yaşamanın zorlaştığı bir dönemde geçiyor.

12 Eylül darbesiyle aşağı indirilmiş,eski TRT Ege Bölge Müdürü'nün ve emekli bir öğretmenin oğlu, mahallenin psikopatı, her tür yasadışı işe bulaşmış, Bornova'nın liseli gençlerine uyuşturucu satan, hayattaki en büyük derdi ve hayali "saygı görmek" olan Salih (Kadir Çermik); askerliğini yapıp dönen, bacağındaki sakatlık sebebiyle Altay'daki futbol kariyerini bırakmak zorunda kalmış, lise mezunu bile olmayan ve bu sebeple toplumun 'vasıfsız'larından sayılan, taksici olma umuduna kapılmış Hakan (Öner Erkan) ; felsefe doktora öğrencisi olsa da, geçimini çeşitli porno ve erotik dergilere fantaziler yazarak kazanan Murat (Erkan Bektaş); ve Hakan'ın Salih Abi'sinin desteğiyle de 'uğruna ölüp, öldürebileceği' , annesinin 'ne olacaksın sen böyle?' sorusunu aynaya bakarak 'orospu' diye cevaplayan, anadolu liseli çocuklarla birlikte olarak 'sınıf atlama' ve evlenme hayali kuran Özlem (Damla Sönmez), Bornova'nın orta seviyeli muhitlerinden birinde yaşayan, her şekilde yozlaşmanın ürünü olarak şekillendirilmiş karakterlerdir.

Bornova Bornova, bu yozlaşmanın, düşüklüğün, vicdan bunalımı yaşamanın en büyük payını da, korku-saygı alegorisiyle 12 Eylül'e mal ediyor. Filmin ilk sahnesinde perdeye yansıyan, sebep Kenan Evren'in "Yarının teminatı olan evlatlarımızın Atatürk ilkeleri yerine yabancı ideolojilere yetişerek sonunda birer anarşist olmasını önleyecek tedbirler alınacaktır" cümlesi ile sonuç Demet Akalın'ın, popüler kültüre ve yozlaşmışlığa atıfta bulunan, "Saygıyla, korku eşdeğer yürüyor. Ben boşanalım dediğimde kocam bana iki tokat atsaydı, ben dururdum" sözleri de toplumun kronikleşmiş korku ve saygı alegorisini işliyor. Aynı zamanda, ilk başta filmle bağlantı kurması zor olan bu alıntılar, kurguyla ne kadar ilintili olduklarını filmin sonunda belli edebiliyor ancak. Çünkü film "12 eylül'ün allah cezasını versin" diye etkiyi bağırmamakla birlikte, "buyrun, bizi böyle yaptı işte" diyerek tepkiyi fısıldıyor izleyicinin kulağına. Filmin kendi tanımlamasıyla, "sıradan bir hayatın, en büyük umut, hayal, ideal" oluşunu anlatıyor, sakince.

Kişisel olarak, filmin üzerinde yazmak için birkaç gün beklemem gerektiğini hissettim, oturup biraz ne izlediğim üzerine düşünebilmek için. Negatif eleştirilerle başlarsak; modernleşmiş Ege şivesi ve İzmir’e özgü küfürlemeler, bir noktadan sonra seyircinin kulağını biraz fazla tırmalıyor. İkincil olarak da, mavi-yeşil reklam fonu, özellikle de filmin çok az salonda gösterimde olmasının da etkisiyle daha eski salonlarda gösterime girmesiyle birlikte, filme, olduğundan çok basık ve kasvetli bir hava vermiş. Öte yandan, benzer renkleri kullanan Nuri Bilge Ceylan'ın aksine, film fotoğraflardan ibaret değil; senaryo, kurgu ve karakterler çok sahici.

İzleyicinin kendini hiçbir karakterle özdeşleştirilmemesi için, özellikle ve dikkatle uğraşılmış. Hangi karakter olursa olsun, çok ince bir çizgide izleyicinin kendini bulup, sonra ani bir hareket karşısında uzaklaşması istenilmiş adeta. Çünkü hiçbir karakterin bulundukları yerden çıkışları olmadığı izlenimi; hem kurdukları hayallerden, hem de hareketlerinden belli oluyor. Bu sebeple, umut ettiği 'çıkış'ı göremeyen seyirci, kendini bu karakterlerle özdeşleştirmeye çekiniyor; adeta kaçıyor; sadece seyirci olmak işine geliyor. Etkileyici repliklerin de bunda büyük etkisi olmakla birlikte; filmin öldürmekle ilgili olan, "buymuş, demek bu kadar kolaymış" cümlesi de koltuğuna çiviliyor izleyiciyi.

Son olarak da önceki bir olay anlatılırken kullanılmış olan teknik çok akıllıca. Virginia Woolf’un bilinç akımı tarzındaki hikaye anlatımını anımsatan bu kurgu biçimi, zaman ve mekan kavramını, bilincin algılaması ve kafalardaki canlandırmayla harmanlamakla kalmıyor; özellikle güvensizlik yaratan Özlem karakterine duyulan güvensizliğin de altını çiziyor adeta. Öyle ki; kendini kurtarmanın yolunu, ona göre daha üst sınıf olan anadolu liselilerle arkadaşlık etmek olarak gören Özlem'in, filmin bilardo salonunda geçen sahnesiyle 'bu çıkış, bu sınıf atma için her şeyi yapabilir' imajı vermesi de başından geçenleri anlatırkenki inandırıcılığını sorgulatıyor zaten.


Filmin son sahnesine gelince ise, son sahne olduğu anlaşılmamakla birlikte; seyirci bu sonun yakışıp yakışmadığı, filmin sevilip sevilmemesi gerektiği gibi konularda da arafta bırakılması, sanki bilinçli bir şekilde isteniyor.Parkta, Özlem ve Hakan'la geçen son görüntü, kapana kısılmış hayallerin kapandan kurtarılıp gerçekleştiğini gösterirken; yine de hayatlar aynı sınıfta kalıp, tekrar cezasına çarptırılıyor.

Not: Her şey bir yana, Öner Erkan aldığı ödülü, binlerce kez hak ediyor.

Share/Bookmark

0 comments:

Related Posts with Thumbnails

Arşiv