Bizi bu yarışmalar mahvetti!

Sunday, February 7, 2010 | |


Televizyonda isminden her gün daha da rahatsız olduğum, "Yetenek SizSiniz" elemeler yapıyor. Sonunda yarı finale kadar gelebilmiş, kendini rezil etme aşamalarını azbuçuk atlatıp, "seçilmiş" kişiler ekranda boy gösteriyorlar. Hepimiz "seçilmiş" kişiler olmak, Pikachu'laşmak, bir şeyleri göstermek istiyoruz; belli. Bloglarda, fotoğraf sitelerinde, yorumlarda, orada burada şurada. Keşfedilme arzusu altında, bir yandan "bizi artizz yapacak" adamlara gülümsüyoruz. Ben de dahil, hepimiz. Karşımızdakilerin titrları ya da nicelikleri önemsiz bu noktada işte; aşık olduğunuz adam/kadın ya da etkilendiğiniz kişiden tutun, ünlü ikonlar olmaya kadar büyük bir skalada seyrediyor çünkü. Bitkisel hayat modunda gözüm yarışmaya dalmışken, hareketli barmenin sözleri beni kendime getiriyor ama.

Pasif agresif bir halkın tohumları, ataları, çürüyüp yere düşmeye mahkum yaprakları, bazen de kurtlanarak delik deşik hale gelen toprağına benzediğimizi düşünüyorum. Herhangi bir yarışma programının, herhangi bir seçim kampanyası mitinginin 'sahne'sinde boy gösteren, herhangi birileri; hep 'halkın kararına güveniyorum', 'halk beni isterse, mutlu olurum, olmazsa daha iyisine uğraşacağım' deyip duruyor.

1. Halkın kararına güvenen halktan biri misyonu. Hem her karara küfürlerle karşılık veren, hiçbir şekilde beğenmeyip,kabullenmeyen bir topluluğun içinde yer alıyoruz; hem de bu beğenmediğimiz kararları veren halkın kararına çeşit çeşit 'güven' icra etmeye çalışıyoruz. Sorun kararları eleştirmek olsa; bunu gayet doğal karşılayabilirim; ikiyüzlülük ya da çifte standartlardan ipleri kurtarabilmiş olacağız en azından, zira. Ayrıca kişisel olarak, pek de şu ana kadar kendisine yarayacak kararları verebilmiş bir topluluk göremediğim gibi; kendisi karar vermeden harekete geçerek, birçok şeyi yerle bir eden başka dış etkenlere karşı daimi bir minnet duygusu bulunması aklımda iki ışığı yakıyor: 1.Biz karar vermekten nefret ediyoruz; yeter ki kararı vermek zorunda kalmayalım da, ne olursa olsun. 2. Stockholm sendromu. Ya da binlerce sidikli kontesleşmiş yalnızlıklarımız, korkularımız. Bunları göz önünde de bulundurunca, aslında olay hafiften aydınlanıyor verilmiş kararları bu kadar eleştirmemize, kötü kararların, kötü ahkamların başımıza açtıklarına dair. Bir topluluğun, hiç anlaşılmadık bir şekilde, yapmaktan nefret ettiği bir şeyi, karar vermek gibi, yapmaları görevi veriyorsunuz ve ya istiyorsunuz. Sonuç: Gönülsüz verilmiş berbat kararlar ve onların ayağımıza dolanışı. Ardından da bir 'halkın kararına güvenme' türküsü tutturuyorsunuz. 2. çoğul konuşuyorum, çünkü ben güvenmiyorum. Şu ana kadar, hiçbir yazılı ya da sözlü güvenebileceğim bir karar gördüğümü sanmıyorum çünkü.

2. Halk istemezse, boynumuz kıldan incelecek; çabalayıp, didinip, daha iyileşeceğiz. Tekrar bir soruyla başlayayım. Hiç gördünüz mü seçilmemesinden bir anlam çıkaran ve daha iyisine didinen birini? Bunu geçin; şu ikinci durum gerçekleştiği anda zaten 'halkın kararına güven misyonu' da yıkılacak. Yani en azından bir sonraki 'karar' macerasına kadar diyelim. Ve çok alakasız olduğunun farkındayım ama; ne zaman 'boyunun kıldan incelmesi' durumu ortaya çıksa, aklıma küçüklüğümden kalma bir aç gözlü, aptal ve eş derecede hain DuffyDuck filmi geliyor. Şükran gününde kesilmesi planlanan hindinin iyice semirilmesi için önüne yığılmış yemekleri kıskanan Duffy Duck'ın, "zayıflarsan kesmezler seni" şiarıyla, tüm yemekleri, hindinin boynunun ip gibi incelmesine kadar yiyişi. Boynu incelen hindi ve pişirilen Duffy Duck. Boynunun inceliğinden dem vuran "aday" ve hem diğerinin yemeğinin çalınmasına, hem de kesilip gitmesine kendini adayabilecek olan ulvi azmi.



Saçmalıklar bütünü bu kadar şey yazdıktan sonra da, tek bir çıkarım yapabiliyorsam; bu, bu yarışmalar bize iyi gelmediğidir. Evet, sosyolojik çıkarımlar yapılabilecek bir sürü unsur çıktı ve ayna karşısında taraktan mikrofonlara konuşmaktan kurtardı çocukluklarımızı da; aslında bize önemli bir şey daha öğretti. O birbirimizi ne kadar sevip, ne kadar iyi anlaştığımızın, ne kadar da 'hoşgörülü' olduğumuz yalanını ortaya çıkardı. Ve tabii ki, aslında kötü yola düşmeye ne kadar da meraklı, toptan umutsuz vak'alar olduğumuzu ve başka çıkışın olmadığını artık peşinen kabullendiğimizi, süsleyip püsleyip önümüze koyuverdi.

Nasılsa bizim inisiyatifimize hiçbir zaman verilmeyecek olan karar mekanizmasını, sonrasındaki okul yıllarından kalma "çıkışta gel çıkışta" kuvvetlerini saymadan, canı gönülden jüri ve mesajlara adayıvermiş olduğumuzu da, yarışma yarışma gezerken buluverdik biz.


Not: Sinirlenerek başlamasam da, yine sinir fokurdatan bir yazı oldu. Ne yapalım?

Share/Bookmark

0 comments:

Related Posts with Thumbnails

Arşiv