Bu yazı eşzamanlı olarak baskahaber.blogspot.com'da da yayınlanmaktadır.
"Az kelime, kısa cümle." Bu aralar bana sıkça öğütlenen bir şey işte. Uzun cümleler kurmamak, cümleyi kısa kısa sonlandırmak, minik kelimeler kullanmak, noktalı virgül yerine nokta koyup bir "es" vermek. 3 gündür bunun üzerine çalışmaya başladım ben de. "Az laf, çok yemek" diye öğütlerdi annem küçükken, "konuştuğun kadar lokma yutsan tombalak ve sağlıklı bir çocuk olmuştun." Bir de "az laf, çok iş" vardır; günümüz toplumumun en çok ihtiyacı olan şey kanımca. "Az laf, çok özgürlük!" ah pardon, olmadı; "az laf, çok demokrasi?", hayır hayır... "Çok laf..." Evet? "Özgürlük kotası.." Tamam şimdi oldu...
Bu yazıda az kelimeyle, dümdüz gitmeye karar verdim. Zira başka türlü ve "nazik-çe" (bunun nezaketi olur mu, kararsızım henüz) anlatamayacağım sanırım.
Sevgili insanlar,
Size önce hayat bilgisi, ardından vatandaşlık bilgisi ve sonra da lise seviyesi felsefe derslerinde yanlış öğretmişler. "Özgürlüğün de sınırları vardır" cümlesinden bahsediyorum sayın yargıç. Özgürlüğün sınırları derkenki kasıt, mini mini birler, çalışkandır ikiler minvalinde bir şey. Birden ikiye atlayamazsınız, stop. Bunu da bir örnekle açıklayalım mesela; herkesin karnını doyma özgürlüğü ve hakkı vardır. Ama siz arkadaşınızın tabağındakilere de saldırdığınız vakit, o özgürlük tanınmaz hâle gelir. Sınırdan kasıt buydu yani.
Birinciyi anladığımızı farzedersek, ikinciye geçebiliriz o vakit. Bunu geçen gün de tekrarladım. Proudhon'un dediği gibi, "mülkiyet hırsızlıktır;" özgürlüğü de mülkiyet hâline getirmeye çalıştığınız takdirde, "benim"leştirdiğiniz ve "benim özgürlüğümü" savunduğunuz her adım da bir tür hırsızlıktır. Ve nasıldır ki; "benim özgürlüğüm"den mustaripleşmemiz ve müsteihleşemememiz bir türlü sona ermiyor, dinmiyor, bitmiyor, geçmiyor.
Öyle ki özgürlük kotaları oluşturulmuş adeta. Birini savundun mu, ikincide 3 kez düşünmek gerekiyor sanki. İğrençleşmek ve avamlaştırmak istemiyorum; ancak mehter marşı modeli mi uyguluyoruz özgürlüğe? Hayrola? İşte bu noktada o adam gibi algılayamadığımız "özgürlük sınırları"na geri dönmek gerekiyor. Üzgünüm ama o sizin özgürlük sınırı sandığınız şeyin adı benim lügatımda "özgürlük kotası", "özgürlük gaspı."
Anla-ya-madığım bir şekilde tahammül edemiyorum buna artık. Etliye sütlüye bulaşmayan, trendlere uygun "özgürlük"leri savunuyoruz. Aksi bir şey oldu mu, sus pus tıp. Bir dalga geçme hâli, bir "önce o özgürlük değil, bu özgürlük" yarışı. Özgürlük savaşı yaraştırmaca durumundan medet ummaktan başka bir şey göremiyorum.
Gözümde sadece "sözde" kalabilen bir genelgeçer özgürlük kotası oluşturulmuş bir durumda. Militarizmi ve darbeciliği "sözde" rahat rahat eleştirip, özgürlük savunabiliyoruz artık(!) Konu bir başka şeye gelince sus pus.
İşçi hakları? Tıp. Torba yasa? Sus şişt pus. Maden? Sosyal güvence? İşsizlik? "Ah aman bizim çocuk da bilmiyor işte. Evladım, hadi bakalım derslerine çalış sen."
TAPDK isimli kuruluş-umuzca yeni yasak getiriliyor; militarizm konusunda aslan kesilen özgürlükçüler, "zaten içki kötülüklerin anasıdır"dan bir adım öteye gidemiyor. Okulun birinde kız öğrencilerle erkek öğrencilerin arasına 45 cm konuluyor, "aman işte medya uydurması" oluyor adı. Tunus'ta yolsuzluklara, işsizliklere dayanamayan halk ayaklanıyor ve ülkenin başkanını yerinden ayrılmaya zorluyor, "üzücü" başlığıyla yola devam ediyoruz. İşsizlik, kriter dışı kalıyor.
Kapıyı çalana kadar herkes her şeyi dışarıda bırakıyor. Yerinde misin, rahat mısın? Bitti. Yandaki olmasa da olur; ayak ucun ölse de olur, nasılsa ikincil. Birileri protesto edip, canına tak ederse, en iyi ihtimalle "maceracı" damgası yiyor.
Bu mu yani? Özgürlük kotalarıyla mı özgürleşeceğiz? Bari çıkın açıkça deyin, "kardeşim ben bana dokunana laf söylerim, gerisini de umursamam" diye, siz de rahat edin, biz de edelim ve gidelim kendimizi mi atacağız, kaçacak mıyız ne yapacağız bilelim ve boşu boşuna da kandırmayalım kendimizi.
Kotasız özgürleşmek dileğiyle...
1 comments:
elinize, zihninize sağlık :)
Post a Comment