Çarşamba sabahı saat 4 buçukta canlı yayında, tutkun bir şekilde izlediğimiz reality show hikayeleri ile yabancı yapım ekip ruhu filmleri arasında görüntüler çarptı yüzümüze. Bir önemli detayı vardı; kurtarış hikayesi değil, kurtarışın tam da kendisi olması.
Önce, yer altında hayata bağlanmaları için futbol maçı izleyebilmelerinin sağlanmış olmasıyla duyduk onları. Ölüm kalım savaşı arasında, yer kürenin derinliklerinde umut bulmaya çalışıyorlardı. Kurtarılacaklarına dair ufak bir umut yalnızca. Ardından, kurtarılacakları yayın organlarından duyuruldu; Jules Verne'nin, “Dünyanın merkezine yolculuğu” hikayesini, yerin altına gidecek bir kapsül içinde gerçekleştirerek, 33 kişiyi kurtaracakları söylendi.
Kim olduklarını biliyoruz; Şili'de 69 gün yerin altında kalan 33 madencinin, “efsane” kurtarılışı. Canlı yayın, tam ekran önümüze getirilen kurtarılma hikayesi. Yaşadıkları ve tam yerleri, göçük altında kalmalarının ardından on yedinci günlerinde anlaşılmış; 2 ayı geçkin süre yaşam savaşı vermiş madenciler. Her an birilerinin “daha fazla” isteme arzusuna yenik düşerek; “ölümlerini kaçınılmaz hale” getirdikleri ve o yüzden kabullenmeleri beklenilen meslek grubu. Hani bizim topraklarda ve dünyada sermaye sahipleri ve çevrelerince on yıllardır ölmelerine “alıştırılmaya” çalışıldığımız işçiler. “Üzücü ama öyle çok oluyor ki...” diyerek kanıksatılmaya çalışıldığımız ve bunun ne de güzel becerildiği işle uğraşan bizim gibiler...
Ve şimdi Şili sayesinde, hiçbir fire verilmeden kurtarılmış, ölüme yenik düşmeleri “norm” alınmamış madenciler!
Ben de izliyordum ekran karşısında bu canlı yayın umudunu tüm dünya gibi; gözlerim doluyordu “hayat”ın galip gelişine, “yapacağız!” bağırışına. İlk kurtarılan madencinin çıkmasından itibaren ülkenin sokaklarını, futbol maçları sonrasında eline bayrağını kapanın, konvoylarla dolduruşu; “bu bir mucize” diyerek aylardır bekleyiş içinde oluşunu vurgulayan yakınlarının çığlıkları ardarda “yaşam sevinci” tokatları olarak çarpıyordu gözüme.
O saatte ayakta olup da görüntülere gözlerini dikmiş herkes gibi, bir yandan da Şili Devlet Başkanı Pinera'yı; Maden Bakanı Golborne'yi dinledikçe beynimde Zonguldak, Bursa canlanıyordu. “Üzücü bir felaket ancak o bölgenin halkı alışık” sözlerinin suratımıza öteki yandan attığı tokatlarla, “kaçınılmaz olan ölümlerin” nasıl da kaçınılır olabildiğini görüyordum ben de ve buruk mutlulukları ardı arkasına yaşıyordum işte.
Utanç bulamadığımız sermaye ve hırs “yönetici”lerin tavrı ile “abartmamamızı(!)” hiç durmadan öneren bizi yönetenlerin sözlerini birleştirip; 3 Mart 1992'de Zonguldak'taki tarihe en büyük maden faciası olarak geçtiği olay esnasında Türkiye Taşkömürü Kurumu başkanlığını yürüten adamın, faciayı 400 sayfa anlattığı kitabından sözler geldi aklıma:
“Eksi 420 katına indik ve bu kattaki galerileri dolaşmaya başladık. (..) Ekibin başındaki nezaretçi oradan eline bir şey aldı ve bize göstererek ‘Efendim, bakın ne bulduk’ dedi. Elindeki şey bir insanın alt çene kemiğiydi. (..) Çene kemiğinde noksan olan bir dişin yerinde bir sigara filtresi duruyor. (..) Bana göre bu ilahi bir işaretti. Muhtemelen bize patlamanın sebebini ve kaynağını gösteriyordu.”
Bu alıntıların yazıldığı bir haberin muhabirine, daha fazla kömür çıkarmak için müessese yöneticilerinin güvenlik önlemlerini “zaman zaman” ihlal ettiklerini, ayrıca maden ocağındaki yangını söndürmek için su basılırken içeride hala canlı insanların bulunduğunu kabul edişini anımsadım yeniden. Utandım.
Çok utandım hem de.
Şili Devlet Başkanı'nın yaptığını mucizevi bulduğum; göçükteki madencilerin iki ay sonrasında çıkarılışlarına öylesine şaşırdığım için ve en önemlisi “olması gereken” bir durumu, “sıradışı” sandığım için...
Çünkü her ne meslek olursa olsun, işverenler can güvenliği sağlamak zorundadır; madenci, asker, inşaat işçisi, tersane işçisi ölebilme ihtimaliyle gitmemelidir. Bir ülkenin başkanı, bir şirketin yöneticisi, ölümle karşı karşıya getirdiyse çalışanını, “kurtarma olanakları” sunmaya mecburdur. Normal olan ölüm değil, yaşamdır zira.
Şili'deki kurtarış hikayesi de bir anlığına bile olsa, sermayecilik ve neoliberal düzenin en kötü hastalığından muzdarip olduğumuzu gösterebildiği için bir mucize işte!
Canlı yayında önümüze konmuş “umut” yansımaları iyimserleştirse de, karamsarlığım beni paçamdan aşağı çekiyor maalesef. Ölümü normalleştiren sistemin bir üyesi olmak nefes almayı zorlaştırıyor. Kitap ve film önerilerine boğulan Şilili 33 madencinin kurtarılış hikayesi hakkında beni kendime getiren sözleri de, olaydan magazinel bir taraf çıkarmaya çalışılarak kapısı çalınan “metresini seçen 'doktor' lakaplı madencinin karısı” söylüyor:
“Evet, mucize gibi elbette. Ama tarih filan yazdıklarına inanmıyorum. 3 gün sonra unutulacaklar ve yine aynı telaş devam edecek. Belki bazıları iş bile bulamayacak.”
Hastaneden çıkmış bir madenci de mucizenin bizimkilere benzer yanını dile getiriyor: “Buradan sonra, bazılarımız bir daha iş bulamayıp, sokakta şeker satmak zorunda kalacaktır."
3 comments:
Cok menopozsal yazilarin var.
menopozdan geçtiğiniz için deneyimli olmalısınız. Nasıl geçti menopozunuz? paylaşın da, hepimiz rahat geçirelim.
=D
Ne kiziyosun? Anlasilan gercek seni ozgur brakmis. Yalniz su gunun resmi olayi out olali 10 sene oldu sanirim ama yazilarin guzel. Keep walker johnny=P Dun seni andikta du bi bakiim dedim sende bu gun donumunde, dondunmu buhranindan diye..
Post a Comment