Bu yazı eşzamanlı olarak BaskaHaber'de yayınlanmaktadır.
Ses ve görüntü ayarı senkron edilememiş videolar gibi yazıyorum bu sıralar. Aklımda biriktirip, sabaha karşı bir yerlere not etsem de, bedensel yorgunluk galip gelince, yemek ve uykuya yenik düşüyorum. İşte uyku hayaliyle dolandığım bir hafta içi gününde, halüsinatif ATM arayışı ve sise yenik düşen motor-vapur seferleri sebebiyle alternatif yola dair “derin” sorgulamalara dalmıştım ki, ara sokaktan sarışın, uzun boylu, saçları sımsıkı arkadan toplanmış bir kız ve 2 arkadaşıyla hafif çarpıştım. Başımı kaldırıp baktığımda içimden, “aaa dizi gâvuru(!)” demiştim ki, hemen ellerimle istemdışı olarak ağzımı kapadım. Mehmet Yılmaz Küçük (M.Y.K) neyse ki etrafta değildi!
Lafı uzatmak bir yana, gördüğüm ve ufaktan çarpıştığım kadın “Öyle bir geçer zaman ki” adlı dizinin oyuncularından, Carolin karakterini canlandıran Wilma Elles'ti. “Dizi izlemeyen”ler için sıradaki parça: Kendisi rol icabı, -zaten cumhuriyet tarihinin en devrimsel tepkilerinin kesinlinkle rol yapan oyunculara karşı olduğunu düşünüyorum- evli bir adamın Hollanda'lı sevgilisini canlandırıyor. Carolin'e diziyi izlerken sinir olmamak elde değil, ancak konumuz bu değil, evet; dizide, aşk uğruna çocuklarını kapıya koyan “baba”nın sevgilisini canlandırdığından, adamı yanlış bulan diğer karakterler hırslarını alamıyor. En çok da babaanne Meral Çetinkaya, Carolin'den ismiyle bahsetmek istemediğinden- metaforik bir anlamı var mı bilmiyorum. Ancak isimle seslenmek, önemsemek, varsaymak, cismileştirmek olduğundan sıfatlara büründürmenin teknik olarak tematik bir anlamı olabilir- “gâvur karısı” diye bahsediyor kendisinden.
Tam da bu metaforik mi değil mi benim henüz bir yargıya varamadığım sıfat yüzünden, bir eşitlikle yanan hükümet görevlisiyle daha tanışmış olduk. Çok şükür! Gerçi ben M.Y.K'nın bu tavrının da yine tematik bir hareket olup olmadığında da kararsızım şimdilik; kendisi de, kendisini isimlendirerek, ben varım ve buyum, demek için kahraman insan hakları savunucusu olabilir, zira. Beni alâkadar etmez tabii; ne deniyordu, “günahı boynuna” mı? Aynen ondan.
M.Y.K, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı Başkanı 'mış.(bilinçli kakafoni) Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı Başkanı, kurum olarak, dizilerdeki ayrımcı dilden rahatsızlık olduklarını ifade ederek, “gâvur denmesini kınıyoruz, siz en iyisi ahlaksız deyin” dedi önceki hafta. Kriter ben olamam da; son haftalarda yasa araları incelemelerim ve gündeme geçen açıklamalarla tanış olduğum “eşitlik ve adalet lodosu,” cidden utandırıyor beni kendimden. Bildiğiniz cahilmişim meğerse; burnumun ucundaki insan haklarından yana tavırlardan bihabermişim.
Başkanlık bir de detaylandırarak, dizilerin ülke insanları üzerindeki etkisine dikkat çekerek, “ayrımcılığın hoş karşılanamayacağını” belirtmiş.
Tamam, hayatımız işe gidip gelmek ve oturup dizi izlemekten ibaret bir dünya olabilir. Ancak, insan ister istemez soruyor, “ayrımcılığa bu kadar hassastık da, polislerin bonus uygulama ekstresinde o yüzden mi buram buram cinsel oryantasyon takıntısı göze çarpıyor?” diye. Ayrımcılığı türüne göre değerlendirme kararı aldılarsa da – ironiyi yok sayıyorum, sabır- çok değil yaz öncesi Mavi Marmara olayında dengeyi kaçırıp, dinsel ayrımcılık ateşiyle bağıranları hatırlamıyoruz demeyin. Ama o olayda ben aynı kurumun hiç de çıkıp “ayrımcılık kötü bir şeydir, suçtur” dediğini hatırlamıyorum.
Hadi yine tamam, tay tay demokrasi. Cin Ali demokrasi öğreniyor. Bu kez yakalamış da söylemiş, korkutmamak gerek çocukları. -İnsan haklarını savunmak yerine göre toplumsal tehlike teşkil edebilen bir şey, mâlum.- Ama el atmışken en azından gâvur darbesinden başlanmış madem, o zaman bir de şimdi hazırda “yaşasın sokak” diye çağın buluşunu yapmışçasına sevinen medya da varken; gerçek sokağa da bakılsa da ayrımcılık ayması yaşasak? Gayet hoş olurdu mesela.
Sokağa çıkarıp hemen korkutmayalım diyorsanız, en azından diğer televizyon programlarına, prime timelara, tartışmaların kapısını çalsalar?
Yine mi gol değil?
0 comments:
Post a Comment