Önceki hafta basına sızdırılmaya başlayan WikiLeaks belgelerine bizim medya-mtrak yazarlar yeni ayıldı. Öğrencilerin sesi sokaklardan duyulunca, koşa koşa sarıldı belgelere, açıklamalar yazmaya başladı. Unuttu gençliğini. Hoş, o bir şeyler soran, hakkını aramak için etrafı sorgular hâlini unutalı çok olmuştu ya; benimkisi de umuttur işte, hiç bitmeyen.
“Yumurta”nın kapıya dayandığını görünce ise, yumurta-lı eylemden vurdu hem medya, hem hükümet. Başetmesi daha kolay, riski daha azdı. 4 Aralık'taki polisin öğrencilere “sokak işkencesi” hakkında bir şey söylemeleri zor gelmiş olmalı. 20'li yaşlarındaki öğrencilerin özellikle bir takım insanlar tarafından “asker ve polisin koruduğunu iddia ettiği” noktaları hedef alındı. Ardından kafaları kaldırım taşlarına vuruldu.
Öğrenci ve eğitimcilerle ilgili bir konunun hepten bypass edilerek, rektörlerle görüşülmesinin itiraz almış olmasının, “bizim haklarımızı, bizimle ilgili şeyleri bize niye sormuyorsunuz?” diye seslenmek üzere eylem yapan gençler, polis için el bombası niteliğini taşıyor. Hele ki, toplumun her kesimince “rahat ettirilmesi gereken” olarak gördüğü “hamile bir kadın”ın orada olması yerine, eminim ki birinin 5 adet bomba yerleştirip patlatmış olmasını dilerlerdi.
Dilemekle de kalmadılar, zira. 19 yaşındaki kızı hedef almayı eksik etmediler. Hamile bir kızla birlikte, diğer eylemcilerde de tüm doğurganlık ve üremeye yardımcı olabilecek noktalarına odaklandılar gencecik bedenlerin. Duyulmasa ne “iyi” olacaktı ama şansları yaver gitmedi. Gerçi “hamile kadın” gerçeğiyle beyni duran halk, çok da zor anlar yaşatmadı ya kendilerine ; neyse.
Arjantin'de “guerra sucio” (kirli savaş) döneminde de, en çok hamileler hedef alınmıştı. Devletin kelimeleriyle, “onların pis kanından doğacak çocuklar” istenmiyordu ve yok edilmeliydi. Yok etmeyi de iki şekilde yaptı Arjantin Hükümeti-Polis ortaklığı.
1. Hamilelere uyguladıkları işkencelerde, çocuklarını kaybetmeleri için “itinayla” yaklaştılar.
2. Göz altında ve işkencede çocuğunu düşürmemiş olan bazılarının ise çocuklarını çalarak, kendi seçtikleri “temiz ve itaatkâr” olanlara evlatlık verdiler.
Her iki şekilde de, sistematik bir yok etme planı uyguladılar. Fiziki yok edemediklerinin, bilinçlerini yok ettiler. O çocukların büyükanneleri başlattı Arjantin'deki “Plazo de Mayo Büyükanneleri”ni.
Polisin “bel altı” vuruşunu 4 Aralık gecesinden itibaren her okuyuşumda aklımda bu “yok etme planı” ve “3 çocuk hikayesi” belirip duruyor. Her uygun fırsatta “en az 3 çocuk” söylemini yineleyen yüksek merciilerin, üç çocuğun stratejik kriterlerini de istediği ortaya çıkıyor.
3 çocuk. Ama “temiz” kanlı. İtaatkâr.
3 çocuk. Ama bize karşı çıkmayacaklardan.
3 çocuk. Aman ha; hakkını arayanlardan birinin “tohumu” olmasın. Büyür de hatıra anlatır filan, neyimize gerek?
3 çocuk. Biz zaten kimlerden 3 çocuk istediğimizi belirliyor; gerisini de yola getiriyoruz.
Bundan birkaç ay kadar önce, Ayça Söylemez'in çok güzel bir tespiti vardı: “3 çocuk: biri madene, biri tersaneye, biri kot taşlamaya. “ Ve 4 Aralık sokak işkencesi kanıtlamaya çalıştı: “İstediğimiz yola gitmeyecek 3 çocuk, buraya giremez. “
Bize de geriye sokak işkencesi yapan polisleri kınamayı es geçip, “19 yaşında bir kızın niye hamile olduğunu”, “annesinin babasının, ah bir bilse, kim bilir ne kadar üzüleceğini”, “okumaya giden kızların 'neler karıştırdığını'” ve “hamile bir kızın niye hakkını arkadaşlarıyla beraber aradığını” soran gruplar dolusu “patalojik” vak'a kaldı.
(Hamile kadınların hak aramama kriteri ve patalojik vak'a bizler. Onlar da bir sonraki yazıya kalsın.)
2 comments:
Yazını çok beğendim. Eline sağlık. Bu arada şu ezilen halkların mutluluğu bloğunu da takip ediyorum gerçekten o da çok iyi. Nasıl bir insan çok merak ettim:)
Teşekkür ederim.
Valla o blogun ben de takipçisiyim, sahibini tanımıyorum ama yazıları çok iyi.
Post a Comment