Sesli Mesaj yanılsamaları

Wednesday, November 28, 2007 | |

to be said and said.
Permit me the present tense.
-Margaret Atwood
Bir saattir neredeyse Reamonn'ın Sometimes şarkısını arıyorum..Yani arıyorum dediysem internette tabii ki var da; bende yok. Ben de indiremiyorum, msn listemdeki olası birkaç kişiye sordum, sonuçsuz... 3 nokta koymak artık beni germeye başladı,çok fazla 3 nokta koyduğumu farkettiğimden beri geriliyorum 3 nokta koyduğum yerlerde. Kime neyse artık benim 3noktamdan...
102 yaşında bir kadınım ben. İnsan 102 yaşında olunca dengesizliğini daha bir iyi farkediyor. 102 yaşın bir marifet olduğundan filan değil tabii ki, dengesiz olmak ise hiç marifet değil. Ama gönül istiyor şöyle 102 yaşına gelmişsin yavrum bedenin genç de olsa; bir dengeli ol. 10 dk önce aşırı mutluysan, 10dk nın sonunda bunu hatırlayabil mesela. O yetin olsun. Bende hiç yok. 10 dk sonra radarlarla beraber bunalıma girip, bundan ON dakika öncesindeki havalara uçma halimi hiç hatırlamıyorum. Zıttı da aynı şekilde gerçekleşiyor bittabi.

Aslına bakarsak on dakika önce ve sonrası dediğimde yirmi dakikalık bir süreçten bahsediyor oluyorum, haklısın. Ama ben 102 yaşındayım, 10.2 değil. Bunama olayı bazen gerçekleşebiliyor bu nedenle de.

Dengesiz olduğumu nasıl farkettiğime gelirsek... Canım sıkkınsa, hatta bazen canımın sıkkın bile olmasına gerek yok, tanıdığım birine selam bile vermeyebiliyorum. Telefonlara çıkmıyorum, kapı çalıyor yokmuşum gibi davranıyorum. Sanki içeride olan ve telefonun çaldığını duyan ben değilim. Zaten telefonun çalmadığına kendimi inandırmam da hiç o kadar zor değil. Telefonun yanında bir tuş var, oraya basıyorum ve sessiz oluyor, arayan ulaşamadı işte oldu bitti. İçimden bunu yapmak gelmediğinde rol yapamıyorum. Kalas gibiyim yani, şekile giremiyorum.

Hem sesli mesaj diye bir gerçeğin olması, telefonun diğer ucundaki kişiyi de rahatlatıyor, çünkü sesli mesajlarımı dinlemediğimden bihaber sesli mesaj bırakan kişi her kimse. Bazen 10-15 sesli mesaj birikiyor, 1buçuk ay önce bırakılmış ilginç bir mesaj buldum geçenlerde.
Hiç tanımadığım birisi "naber ms.parilda, kampüste olacağını duydum, ben de bu hafta burdayım, ara istersen benim numaram 28431194, kendine iyi bak" filan demiş. Kim olduğu hakkına hiç ama hiçbir fikrim yok. Zaten ekimde mi ne bırakılmış bu mesaj...Umrumda da değil. Önemli birisi yada yakın arkadaşım olsaydı zaten telefon numarası kayıtlı olurdu, sadece güldüm, bu kim be diye. Genellikle bu sesli mesajları bu şekilde dinleme sabrını bile gösteremiyorum ben. Eskiden özenirdim öyle filmlerde, kadın evine gelir, ilk işi telefonun sekreterini açıp, kahvesini hazırlarken onları dinlemek olur, hep de önemli bir mesaj olur blablabla... Sesli mesajlar da beni geriyor...Aslında teknolojiden genel olarak geriliyorum. Sevdiğim insanlar haricinde (ki onlarla da bu olay oluyor, sadece aşk istisnası var, o zaman açmadığım olmuyor) telefonda konuşmayı da hiç sevmiyorum zaten. Halbuki eskiden ben sınavlara bile telefonda o zamanki en yakın arkadaşım Gönül'le soru çözerek çalışırdım. Nereden nereye...102 yaş insanı değiştirebiliyormuş.

Aslında sesli mesajlarıma nasıl baktığımı da anlatacaktım. Bu bir itiraftır. Sesli mesaj bırakıldığında; ben voicemail numaramı çeviririm, telefonu yatağın üzerinde açık bırakıp, elimi yıkamaya filan giderim, ses de kısık olur filmlerdekinin aksine, bir şeycik duymam. Sonra da, sesli mesaj işareti kalmadığından, bakayım önemli bir şey var mı stresi de yaşamam. Peki bunun dengesizliği nerede diye merak ediyorsanız... "Lütfen sinyal sesinden sonra mesajınızı bırakınız; aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor." Ben bu diziyi duyduğumda, sinir oluyorum, sanki kendim çok telefonuma bakıyormuşum gibi...Bir de, bu telefonlarıma çıkmama ve insanlardan uzak durma olayım nedense sadece ABD'deyken oluyor. Türkiye'den gelen telefonları, gelmiyor ya hiç; hani şayet gelirse, hemen açıyorum, koşa koşa hem de. Yani bencil ruh halim nedense sadece burda oluyor, çünkü insanların çoğu o kadar yapmacık ki burada, bu midemi bulandırıyor ve zıttının koyusunu yapmak olarak geri dönüyor burada bana.Burda insanlar sanki bir baloncuğun içinde yaşıyorlar, sanki kimsenin bir derdi yok, sanki kimse bunalımda değil, kimse arkadaşıyla tartışmıyor, sevgilisiyle kavga etmiyor, canı olmadık yere bir şeye sıkılamıyor ve yalnız kalmak, elindekileri fırlatıp atmak, tüm dünyaya somurtmak istediği anlar olmuyormuş gibi. Hep aynı surat ifadesi 3 senedir ve hep aynı yapmacık dişleri göstererek gülümseyişler ve "awesome" demeler. Eskiden kafama çok takardım bu yapmacıklıklarını, yani buraya ilk geldiğim zamanlarda, artık umrumda bile değil. Sadece onların yapmacıklıklarına karşı, benim bencil sayılacak dengesiz davranışlarım olarak geri dönüyor.Neyse..
Şey bir de...
Ben aşık olduğum kişiyi telefonla ararken kalbim gümgüm çarpıyor. Daha önce defalarca kez konuşmuş bile olsak da, evet. 102'den 3'e düşüyorum o zamanlarda, ilk kez annesinin telefonun tuşlarına basmasına izin vermiş bir çocuk gibi...Hatta çocuk değil bebek...Ya da kuzu filan.

Son olarak da; Migrenimi protesto etmek istiyorum. 3 gündür geçmedi ve beni esir aldı. P.S: Yazının başından sonuna kadar değişen ruh hali farkedildi mi bilmiyorum pek ama, etmediyseniz bir daha okuyun. Bir noktadan sonra ruh hali dramatik halde değişip negatiften nötre, ordan da hafif bir + ya geliyor. Sebebi benim 10 senelik arkadaşım Deniz.Anadolu Lisesi'nde miniminiykenki sıra arkadaşım 2 senelik, gitar kursu arkadaşım ve dahası. Eskiden aynı renk saç renklerimiz ve aynı tip giyinmelerimiz yüzünden, yani 12 yaşlarındayken oluyor bu; bizi her markete girişimizde kardeş sanarlardı. Okur mu burayı bilemem ama, teşekkür etmek istedim.
Share/Bookmark

0 comments:

Related Posts with Thumbnails

Arşiv