Hang on Little Tomato

Thursday, December 6, 2007 | |

Sonunda yataktayım. Ama bence uyuyamayacağım. Öğlenden beri o kadar çok şey içtim ki, içim cumbur cumbur bir hal aldı. Soda, whitemocha, spider cider, su, çay... Zaten okulumuzdaki starbucs franchise'ı(Franchise kelimesini tam açıklayan bir türkçe kelime bulamamamdan ötürü, çünkü cafeye acente falan denmez) cafe 8.15, benim günlük aldığım kafein ve türevleri sayesinde geçiniyor. Oysa ki benim çok uykum var.

Saat 4buçuk oldu ve ben bu saate kadar ne yaptım? Hepi topu 3 sayfa bir şey yazdım. Portakalı soydum, başucuma koydum, ben bir yalan uydurdum, duma duma dum...Gerçi ne dolap var, ne de pekmez ama olsun. Yalan uydurdum, kendime hem de. Aslında uydurup uydurmadığımdan emin değilim an itibariyle. Uydurmuş olduğumu düşünüyordum ama, sonradan Murathan Mungan'ın Kırık Aynalı Oda kitabında betimlediği tezgahtar kız geldi aklıma. Tam kelime kelime alıntı yapamam yanımda o kitap olmadığından ama, özetle diyordu ki M.M orda; "saklanmanın en iyi yolu da aslında en göz önünde olan yerde olmak değil midir? Tezgahtar kız gibi. Herkes onu her gün görür, ama kimse onu tanımaz, bilmez." Şimdi "ne yalan söylemiş ki kendine" diye içten içe meraklandığınızı ben hayal edeceğim. İşin aslı inanılmaz dandirik çünkü.

Marketing dersimden kişisel projemin varlığını unutmuşum, yok saymışım hatta. Hem de bu proje hakkındaki kağıtları profesörün dönemin başında dağıtmış olmasına ve de üstüne üstlük masamın üzerinde kitaplarımın üzerinde durmasına rağmen. Hatta defalarca kez de elimden geçti bu kağıt. Üzerindeki "individual project assignment" yazısını da defalarca gördüğüme yemin edebilirim. Ama aynı zamanda bu projenin ne varlığından, ne de ne yapmam gerektiğinden bir gram haberim vardı.
Ben o kağıdı hep, grup projesindeki benim tamamlamam gereken bölüm olarak düşünmüştüm. Beynim mi benimle alay ediyor, yoksa ben öyle bir projenin varlığını hiç istemedim de inkar yoluyla kendimi mi inandırdım artık bilemeyeceğim. Ama öyle ki, eğer sınıf arkadaşlarımdan biri "kişisel projeni bitirdin mi?" diye sormasaydı, (aslında bu konuşma çok uzun, çünkü hiçbir fikrim olmadığından çocuğa açıklattım ne yapmam gerektiğini filan) ben cuma günü "ellerim bomboş" girecektim sınıfa. Bunu öğrendiğimde saat gece yarısını vurmuştu. 1'de işten çıkıp, o saatten sonra bari birini bu gece bitireyim diye oturdum. Odamız bugün hiç olmadığı kadar soğuk. İşin ilginç yanı, kaloriferin fanını açtım ama açınca daha çok üşüdüm...

Veee, odasında uzun kollu bir şey giydiği neredeyse gözlemlenemeyecek olan ben, kalın polarla oturdum. Kar yağdı bugün, belki ondandır. Tembel olduğumu kabullendiğimi düşünmekle beraber, aslında bu konuda kendimle barışık olmadığımı farkettim. Yani hem bilinçliyim, hem de tembel. Sorun kendimi motive etmem. O motivasyonu hallettiğim anda, yaptığım tüm okul işleri oldukça iyi oluyor, çabucak bitiriyorum hatta. Ama sorun karar vermek...Sorun benim kitap defter açıp, "hadi başlıyorum" diyebilmem. İnanılmaz bir son dakika insanıyım. Yani artık gırtlağıma gelinceye kadar oturuyorum içimi yiye yiye. Sonra gülüyorum kendime, ilkokul ve ortaokul bilgisiyle nereye kadar gideceğim diye. Sorun şu ki, ben ilkokulda da ders çalışmazdım. Ama o zamanlar anlıyormuşum demek ki anlatılanları. Şimdi anlamıyorum. Ve ben malesef ki; "anlamadım, o zaman gidip hocanın yakasına yapışıp açıklattırayım" insanı değilim. Anlamadığım ya da yapamadığım yeri çevirip geçiyorum. Yapabildiklerimi tekrar çalışıyorum, çok biliyorum sanıp, gidiyorum. Belki de tembel değilim. Bugün çokça ilkokulu yad ettim. Ne güzel ilkokulda son hafta öyle sıraların yerlerini değiştirir, sıraları birbirine dönük hale filan getirir, oyun oynardık. Ders filan da olmazdı. Projenin anlamını da sanırım sadece hayat bilgisi kitaplarından gördüğüm kadarıyla biliyordum. Benim zamanımda Power Point falan da kullanılmıyordu derslerde, zaten ben ufak bir ilçenin, ufak bir okulunda okurdum. Sınıf öğretmenim de 3 kez değişmişti. O zaman da çok hasta olurdum. 2. sınıfta zatüre geçirirken, aynı zamanda zatürenin 2. haftasında abartıp su çiçeği de olduğum günler vardı.Hatta annem de hamileydi o sırada. Bir de okul evin karşısındaydı. Ama o zamanlarda ben derece filan alıp, bir gazetenin ege ekine filan çıkmıştım abartarak. Yaa nereden nereye diyor insan... Motive olmam gerek...Sonuçta bursunu kaybetme noktasından, onur listesine girmeyi başarmış insan da benim. Her sene farklı bir bakış açısı çiziyorum kendime ders konusunda galiba. Bu dönem amacım tüm derslerimden C almak mesela. Fazlaca ezik bir durum. Ama ben mutlu olacağım çok. "Çok kişisel" projeme geri dönersek...Kendisini yarın yapmalıyım, hoş başka şansım da yok. Ama önce uyku. Polardan sıkıldım, ben polarla uyuyamam.Donsam da penye giymem gerek. (Nil'in şarkılarına benzedi, "anne benim uçmam gerek"...Evet anne, benim de uçmam gerek, uçak biletim de var ayrıca.) Kendime gecenin şarkısı da seçtim, bu saate kadar yazarken onu dinleyerek dayandım.Canım Pink Martini diyorum. Hang on little tomato. Sözlerini aklımda tutamasam da hala daha, okuyarak çok güzel söylüyorum.
"You gotta hoooooold on, hold on through the night
Haaaaaang oooon, things will be all right"
Nefes alayım şimdi bi, çok konuştum. Hıh. Bak orada şarkı var,kırmızı parlamış duruyor, uyumayalım..Yani ben uyuyayım aslında.Evet.
Share/Bookmark

0 comments:

Related Posts with Thumbnails

Arşiv