World's C students with PopCulture

Sunday, December 23, 2007 | |

Türkiye'ye geldiğim zamanlarda nedense (neden sahiden?) Popüler Kültür seansına girmişim gibi bir his kaplıyor. Ben eskiden çok aşırı televizyon izleyen biriydim, bir dolu diziyi filan izlerdim istisnasız. Hiç öyle "Hadi national geographic" izleyelim, "movie max'den film alalım" ailelerinden de olmadık biz. Babam da dizi izlemeyi severdi zaten. "Dizi" dediğimde lütfen aklınıza Hollywood üretimi, parmak ısırtan Lost, Prison Break, Heroes, Desperate Housewives, Grey's Anatomy, Gossip Girl filan gelmesin. Biz bayağı Süper Baba, Mahallenin Muhtarları, Kara Melek, Sıcak Saatler ve türevleri diziler izleyen Digitürk veya D-smart'sız bir çekirdek aileydik. Hatırladığım kadarıyla pazartesileri Sıcak Saatler, salıları Mahallenin Muhtarları, çarşamba bir şey var mıydı hatırlamıyorum pek ama birşey olmadığından Böyle mi Olacaktı diye gelmiş geçmiş en anlamsız diziler sıralamasına girebilecek bir diziyle oyalanmak zorunda kalırdık. Perşembe de boş kalıyor hafızamda hatırlayamıyorum, sonradan İkinci Bahar perşembeydi sanırım, cumaları da Süper Baba vardı, sonradan Baba Evi olmuştu ve onu da sevmemiştim falan filan. Hala daha da bizim evde digitürk ve türevlerinden yoktur. Sonrasında Norveç'e gittiğim zamandan şu ana kadar okul dönemlerimin hiçbirinde televizyon bulunmadı kaldığım odalarda. Norveç'te zaten "aptal kutusuna bağımlı kalmak niye" mantığı benimsenmişti okulca ve sadece haberler yarım saat BBC'den projektörle büyük perdeye yansıtarak izlenirdi, Richmond'da da benim kaldığım odalarda televizyon olduğunda bile açtığım hiç görülmemiştir neredeyse. Sadece geçen sene That 70's Show'un tekrarlarını izlerdim o kadar. Aramıyorum da televizyon hiç, boşluk bile yaratmıyor bende. Ama buraya geldiğimde sanki izlemek zorundaymışım gibi bir hava siniyor üzerime ve tam da bu programların kucağına düşmüş gibi hissediyorum. İzlemesen bile reklamda filan yakalıyor insanı, kaçış yok.Koş koş koş... Annem belli şeyleri kanal değiştirmeden izler, geri kalanları da oradan oraya hoplaya hoplaya aklında tutar. Bu sene kendisinde gördüğüm bir İlhan Mansız hayranlığı var, Buz dansını izliyormuş, şu yazıyı yazarken bile 3 kez yanına çağırdı "gel izle sonra yazarsın" diyerek,zor kaçtım. Bense bugünlerde jetlagle karışık bir ev özleminden midir nedir bilemiyorum, tipik bir aile babası havasına büründüm. (En azından benim babam...) Günde sadece 2 öğün yiyorum ve her öğünden sonra köpüklü türk kahvesi sefam var. Ardından da, akşamları 6-7 demeden uykum geliyor,koltuğun üzerinde sızıyorum. Sonra 9'da uyanıyorum, 2 saat uyanık, ardından tekrar uyku modu gibi garip bir program benimsedim. Gözlerimi açmam bugünlerde biraz zor kısacası. Medya ortamına geri dönersek, ben mesela bayramın bitmesine bu nedenle de inanılmaz sevindim, televizyon rezil bir durumdaydı. Evde stres olduk "ne izleyeceğiz?" derdine. Neyseki "ailecek beğenerek izlediğimiz (ben yeni dahil olsam da)" Var mısın Yok musun adlı yarışma programı hep vardı ki, o yetti. Zaten ben 10'a kadar dayanırsam uyanık, oh ne ala. (A'ların üzerine şapka gerek. Şapka deyince, Vitali Hakko da öldü, şapkalar renksiz kalır mı ki?) Başka bir şey diyecektim ama şimdilik hatırlamıyorum. Ben de bu gece gözüme atılarak takılan şeylerle bitireyim. Bence Serdar Ortaç'la Bengü sevgili olsun, zaten ikisi de sinirsek ve ikisini de sevmiyorum. Sibel Can'ın üzerindeki pembe pelerinimsi şeyle ne yapmaya çalışıyordu ve göğüsleri neden bir keseye konmuş kadar kocamanlaşmıştı anlam veremedim. Annem olsa "en büyük İlhan " diye bile bitirip, üzerine "hadi lilili" filan da diyebilirdi. Ben yapmayacağım. Bunların hepsini yeni görüp hazmetmek de zor iş yahu.. Son olarak da, Marketing hocam "world is run by C students" demişti dersin ilk gününde. İnsan hocasını, profesörünü dinlemeli diye düşünüp harfiyen uykuladım. World's C students, unite! Dünyayı yöneteceğiz, yürüyün...
Share/Bookmark

0 comments:

Related Posts with Thumbnails

Arşiv