Kara*delik

Tuesday, September 30, 2008 | |


Bir odanın 4 köşesinin 3'ü tutulmuş, ama 4-5 kişi var. Anlaşılan herkes köşelerin o sert kıvrımından hoşlanmıyor. Ben pencereye yakın kısmını tutmuşum köşelerden birinin, sen de pencereye yakın bir köşe tutmuşsun. Oturuyorsun. Ben pencerenin pervazına oturuyorum. - "Burdan insan düşse nolur...?" Bir noktada fantazi haline geliyor aslında. Ordan düşüp yerde yatışını düşünüyorsun, kim geliyor ilk yanına, en fazla şoku kim yaşıyor, kim önemsemiyor, kimin hüznü çabuk geçiyor, kim sadece donup kalıyor, falan filan. Migrenli insanın migreninin sebebi olan kapkara bir çürük imgesi ve bunu eline bir bıçak alıp oyma düşüncesiyle fantaziler üretmesine benziyor. Ağrının en keskin noktasında beyni oyalandıran fantaziler...- Odada kim var, kim yok önemsemiyorum. Herkes rahatlama, nefes alma bahanesiyle içinde tütünle sarılmış kağıtları iki parmağının arasına yerleştirmiş, dudaklarının arasına götürüp duruyor. Sonra geri çekiyor. Duman oluşuyor. Dumanın sebep olduğu flu görüntüden yararlanıp seni izliyorum oysa ben. Karşımdaki köşede oturmuşsun, elinde gazete. Kafanı kaldırıp bakmıyorsun bile. Sapıklıkla, sapkınlık arası bir noktada bakıyorum artık sana. "Rahatsız da mı olmaz insan?" Bari "ne bakıyorsun, bir şey mi var?" gibisinden başını kaldırsan da, "evet bi şey var, beynini dağıtmak istiyorum. Karşında durduğum, yanında olduğum halde merak bile etmiyormuş gibi davrandığın için beynini dağıtmak istiyorum." bakışıyla cevap vermek istiyorum ben de sana. Gözün gazetenin elini boyayan sayfalarından ayrılmıyor. Ayrılsa da bana belli etmemekte ustasın. Dayanamayıp yaklaşıyorum. Gazeteyi elinden alıp parçalamak, yakandan tutmak filan istiyorum ya, malum, diğer köşeler var tutulmuş, iki parmağının arasına bizim gibi tütünlü kağıtlardan yerleştirmiş insanlarla dolu. Onun yerine saçmasapan bir soru buluyorum. Nasıl yapılacağını bildiğim bir şeyin nasıl yapılacağını,bildiğim bir kitabın konusunu filan sorup, anlamadığımı söylüyorum. Kısa cevap veriyorsun. -Evet, beynini dağıtmak istiyorum, kesin. Dağıtayım ki, adam gibi çalışsın tekrar.- Başka bir soru daha uyduruyorum. Yine kısa cevap. Senin iki parmağının arasındaki tütünlü kağıt "sence" sonuna yaklaşmış diye, atıp alelacele kalkıyorsun. Ben kendi elimdekiyle kalakalıyorum. Bence sonuna yaklaşıp yaklaşmamasına aldırmadan atıveriyorum. Hızlı adımlarla arkandan geliyorum. Hala öndesin. Yetişemiyorum. Benim de adımlarım yavaşlıyor. Gidip oturuyorsun. Ben başka bir yere oturuyorum. Geri itmelere dayanamadığım için tuvalet denilen yere koşuyorum, iki damla yaş akıyor, bu kez iki parmağımla değil, iki elimle birden savuşturmaya çabalıyorum. Yıkıyorum. Pencere önüne gidip rüzgarla kurutuyorum, sonra da yerime geri dönüyorum. Sen aynı yerde, aynı mesafede oturuyorsun. Aynı noktaya filan bakıyorsun heralde. Ya da ben öyle sanıyorum. Sonra gün bitiyor. Sonra yine yine yine oluyor.

Arada bir kara deliğin varlığını hissediyorum. Kapı gibi açılıyor önümde, içine giriyorum, bambaşka bir boyutta yürüyüp dönüyorum. Oraya kimsenin girmesine izin vermiyorum, anlaması mümkün değil kimsenin. Odayı darman duman yapıp topluyorum. Işıkları kapatıp, müziği son ses açıyorum. Başımı ellerimin arasına alıp dizime dayıyorum *yastık hissi veriyor*, kolumda üç çizgi var, kırmızı. Başka koordinatlarda yine aynı mesafe gibi. Saçmasapan giyinip çantayı takıyorum. İki saat dayanıyorum, sonra kara delik beni çağırıyor. Bir kapıdan geçiyorum, kapının önündeki merdiven kara delikmiş. Çöküyorum oraya, ardarda iki tane içi tütün dolu kağıtları ağzıma götürüyorum. Kendi kendime konuşuyorum. "Nerdeyim ben sahi?" Önemi yok. Oraya kimse gelemiyor. Kapalı bir kutu gibi.

Daha gece yarısına değmeden bunları yazıyorum. Yarısı eski yarısı şu an arasında bir şeyler yazmışım. Kara delikte yazılmış gibi. Bambaşka bir boyut. Bugünü hiç sevmediğimi farkediyorum.

Souffrance çalıyor. Sanırım tek ilaç zaman.

Share/Bookmark

0 comments:

Related Posts with Thumbnails

Arşiv