Nane likörünün işi bu hep...

Wednesday, February 4, 2009 | |

Küçükken annemlerin bir arkadaş grubu vardı. Oturduğumuz ve ne zaman hatırlasam hem içimi burkan, hem de derin bir sinir kaplatan "taşra-ilçe-kasaba" hangisiyse orada kurdukları minik arkadaş grupları. Gruplarındaki karı-koca çiftlerinin her birinden biri o taşralıydı, o nedenle orada oturuyorlardı işte. Hepsinin de ilk çocukları (buna ben de dahil oluyorum bir şekilde) maksimum 2 yaş farkla akrandılar. Hiç değilse, aynı jenerasyon çocuklarıydılar. 
Düşünorum da, annemler o grupla, o yerde çok eğlenirler ve hep yapacak bir şey bulurlardı. Çocukluk fotoğraflarıma baktığımda bazen o zamanlar karşıma gelip dikiliveriyorlar. Mesela bir gece bize yemeğe gelmişlerdi, 1-2 kadeh içkiden sonra, annem ve babamın gelinlik-damatlığı çıkıvermişti ortaya. Hiç üşenmezlerdi. Çiçek Teyze (en çok da onu severdim sanki, öldükten sonra rüyamda bile görmüştüm bir kez) ve Dilek Teyze biri damatlığı geçirip, göz kalemleriyle sakallar filan yapmış, diğeri de duvağına kadar üşenmeden takmış, temsili gelin oluvermişti. 
Biz çocuklar anlar mıydık nelere güldüklerini o kadar, hiç bilmiyorum. 4-5 yaşlarındaydım sonuçta, bölük pörçük hatıra onlar da..
Sonra başka bir gün, benim oyuncak tefim ellerinde, deniz kenarı falcısı oluvermişti içlerinden biri. 
Falcılar her yerde aynı görünüşte midir?
Bilmiyorum.
Ama bizim deniz kenarı falcıları mutlaka ağızlarının kenarına bir sigara iliştirirler ve ellerinde 3 bakla 7 çakıl taşıyla insanların tüm geleceğini bir aşk hikayesine bağlayarak uydurmalarından kazanmaya çalışırlar paralarını. 
O gece içlerinden biri falcı olduğunda da, bunlardan birine benzemişlerdi.
Dönemin popüler yarışması ne varsa, biz de çocuk grubu olarak onlardan birini oynuyorduk bir yandan. 
7 yaşıma gelinceye kadar devam ettiler beraber zaman geçirmeye. Bir telefonla haftasonu planları, yılbaşı eğlenleleri hazırlarlardı, en iyi de bunu hatırlıyorum işte. Kalamaki'ye piknik yapmaya giderdik bazen, sonra dönüşte yolu uzata uzata dönerdik.
Bazen bir kahveci vardı, oraya giderdik. 
Kahvenin yanında nane likörü getirirlerdi.
Nasıl cezbederdi beni o nane likörünün görüntüsü; büyüdükçe daha da canlanıyor sanki. 
Sonra ne oldu?
O gruptan herkes bir yerlere taşındı yakın veya uzak. Çocukların okullarını, ekonomik krizleri filan bahane ettiler, babamla amcam küstü, barıştı, küstü (çocukluktaki "Bitmeyen Hikaye" masalı gibi), sıkıntılar arttı, bahaneler çoğaldı. Bir dahaki öyle içten toplanmaları, hüzünlü de olsa içlerinden birinin kaybıyla oldu. Masanın 4lüsü bozulmuştu grubun kadınları için. Diş ağrısıyla boğuştuğum ve çektirmek zorunda kaldığım günlerden birinde Çiçek Teyze öldürüldü, manyağın teki tarafından. Yapay sözler verdiler, görüşelim filan diye o acı olaydan sonra. Hani gerçekleştirmeyeceğini bile bile verdiğimiz cinsinden bir tane. 
Zaten artık yanında nane likörü servis eden kahve evi filan da yoktu.

Yıllar sonra Şirince köyüne ilk gittiğimde ve ordaki meyve şaraplarını tattığımız yerde de aklıma ilk o yanında nane likörüyle servis edilen kahve yerleri gelmişti. Belki de öyle bir şey aramıştı gözlerim benzer desenleri ve motifleri görünce duvarlarda ve dekorasyonda...

Tüm bunları hatırlayıp yazmama sebep olan da, geçenlerde likörcüde bulduğum, rengiyle ve geçmiş anılarımı canlandırarak aklımı çelen nane likörü, hep onun suçu...

Bir de artık o taşra-kasaba-ilçeden geçerken de çocukluğumda bazen oynadığım sokakların, bizi çokça üzen insanların bulunduğu yerlerin ters yönüne bakarak atlatıyorum minibüste.
Ve tüm o taşrayı geçmek, 5 dk'dan fazla almıyor.


Share/Bookmark

0 comments:

Related Posts with Thumbnails

Arşiv