Bir küçük balık daha erirken...

Monday, October 12, 2009 | |


IMF ve Dünya Bankası'nın toplantıları ile beraberinde getirdiği protesto ve eylemler sayesinde, her ne kadar başta yazılı basın ve diğer medya organlarının sınıfta kaldığını da düşünsem, oldukça hareketli bir hafta geçip gitti. Krizin gerçekte başladığı tarihten beri değil de, evlerimizin ortasına düştüğünü fark ettiğimizden beri, her akşam durmak bilmeyen 'para' muhabbetleri arttıkça arttı. İflas edenler, kredi borçları arasında tükenenler, işten atılanlar, iş arayanlar ile 'Acaba yarını getirebilecek miyiz?' diye soranlarla, şöyle ya da böyle birçok insanın tek çare olarak gördüğü 'para'nın, aslında bela mı, yoksa çare mi olduğunu düşünmekle geçmeye başladı günler. IMF'ye karşı eylem yapan, bankalardan birine taş atarken, 'Yapmayın!' diye bağıran kadına cevap veren bir genç vardı ki; hem bela hem de çare olan bu para ikilemin derinliğini tek soruyla özetliyordu aslında. "Teyzeciğim, kaç kişi bu bankaların dağıttığı kredi ve kredi kartı borçları yüzünden intihar etmedi mi? Biz bu adamların bunu yapmasına ve bunların tekrar etmesine izin vermek istemiyoruz artık."

İşte tüm bu şiddetli ya da şiddetsiz eylemlerle, sorularla geçen haftanın sadece yarım dakikasını alan bir haber gösterdi televizyon kanallarından biri. Banka soymaya kalkan bir adamın, daha bankadan çıkamadan yakalanışının haberiydi bu. Milyonlarcasından bir tanesi olan bu adam da 'hırsız'dı bir şekilde. Yine bir başka milyonlarcasından bir tanesi olan bu adamın borcu vardı. Krizle aralarındaki fark daha da açılmış yüksek gelirli kesimin tek bir aylık harcaması kadardı borcu, Business Class'tan birkaç yurt dışı seyahatine bedeldi, çoğu insanın 'Aman çok da değilmiş' diyeceği bir rakam olan 10bin 50 TL. Veznedara silahı doğrultup, zorla aldığı miktara eşit bir 10 bin 500TL.

Evet, 1 lira da olsa, 1 trilyon da, ikisinin adı da hırsızlıktır. Hatta çoğu kez de öğretilmiştir ahlak ve etik derslerinde, bu işlerin kademeli olarak işlediği. Ama kaderin cilvesinden olsa gerek, bu çare olarak görülen para, çare olamadan bela olmuştur. Ama kasanın tümünü ele geçirebilecekken, içinden sadece borcu kadarını almak hırsızlıktan çok, çaresizliğin simgesidir benim gözümde. Ve belki de tam da bu sebeptendir bu 'hırsız'a kızmaktan çok, içimin burkulması.

Ünlü aktör Şener Şen'in bir filmi vardı: 'Namuslu.' Hırsız olmadığına son ana kadar kimseyi ikna edemeyen Şener Şen'in hırsızlık yapması için her şey yapılır ve onun hırsız olmadığı zamanlarda iddia edilir hep bir 'hırsız' olduğu. Tıpkı Namuslu filminin senaryosunu aklıma getiren bu soygun, kayıtlı kayıtsız milyarları ceplerine indiren bazı patronların aklanıp, bir de üzerine 'büyük balık küçük balığı yutar' gibi felsefi görünen bir cümleyle herkesi uyutmuş olduğunu da hatırlatmıştır. Keza, kapitalist dünyanın çok sevdiği İşletme Etik ve Ahlakı derslerinde de anlatılan, özü felsefe derslerinde defalarca tartışılmış olan Heinz’ın ikilemi vardır. Hani şu ölmek üzere olan karısının pahalı ilacını elindeki son kuruşa kadar vermeye razı da olsa, eczacıdan alamayan ve o halde çalıp çalmamasının doğru olup olmayacağı tartışılan Heinz'ın ikilemi. Borcu kadar parayı çalan bu hırsız, bu ikilemi bana tekrardan düşündürtmüştür.


İnsanlara yarın alıp alamayacağı belli olmayan ekmeğin hesabını yaptırtan, olmayan paramızla ekonomimizi canlandırmak adına almamız gereken ekmek, simit ve oyuncaklardan bahseden, göz boyayarak ödeyebileceğimizi düşündüğümüz borçları, bankalar aracılığıyla aldırtan ve evimizin içine tuğ gibi dikilmiş bu sistem, bir küçük balığı daha büyük balıkların gölgesinde eritmiş; yukarıda anlattığım soygunda da geçerli olduğuna inandığım bir şekilde, niceleri gibi bir namusluyu daha namussuz yapmıştır. Helal olsun!

Share/Bookmark

0 comments:

Related Posts with Thumbnails

Arşiv