Nasıl da yetişemiyorum...

Sunday, February 14, 2010 | |


Bence ben ya gerizekalıyım ya da hiperaktiviteye benzer bir ADD rahatsızlığından muzdaribim. Bir an geliyor, beynime giden uyarılara yetişemiyorum, onları takip edemiyorum; parmaklarımın, kalemin ya da dudaklarımın hızı yetmiyor. Oradan oraya koşturuyor beynim, hatta eş zamanlı olarak kalbim de. Ve bu anlarda hep ortaokul yıllarından kalma bir sinir hücresi imgesi beliriyor gözümün önünde; çiçeğe benzeyen ama yonca yaprağına benzer yaprak uçlarından püskül püskül eprimiş görüntüsü olan ve uyarıları alıp götürme, etkileşme etkisi yapacak ipçikler... O an tahmin etmeye çalışıyorum aklımdan, bakalım kaç tanesi yandı söndü, kısa devre yaptı, bozuldu, kayboldu diye; sanki 27 tanesi aynı anda yanmış gibi geliyor. Bir şey alıyorum elime okumak için, -normalde orta sayılabilecek bir hızda okuyabilen biri olmama rağmen- gözlerim tarıyor satırları ve yetmiyor, daha çok yazsın, yazı orda bitmeyiversin istiyorum. Sonra bu taramayı yaparak okurken, aklımdan az önce dediğim uyarı görüntülerini geçiriyorum, o an ne olmuş olabileceğini, paranoyalarımı ve sorgulamalarımı toparlamaya çalışıyor, bir yandan bir şeyler yazıyorum kafamda. Eğer kulağımda müzik varsa, müziğe eşlik ediyorum tüm bunlarla aynı zamanda; şayet yoksa da etrafta olup biten başka şeylere karşı da algılarım son derece hassaslasmış gibi davranmaya başlıyor ve onları takip edip, dinlemeye çalışıyorum. -Bak işte, yine parmaklarımın hızı yetmiyor ve bu psikolojiye girdiğimde tüm tuşların tırnaklarımın arasında kalması ve kopup gitmesi korkusu sarıveriyor içimi.-

Çok konuştuğu tahmin edilen, sanılan ve aslına bakarsanız, hem fazla konuşan hem de ağzını bıçak açmayan bir kişiliğim olduğunu düşünüyorum. An geliyor, az önce tarif ettiğim gibi, anlatmak anlatmak anlatmak istiyorum, yazı bile yetmiyor, yalnız kalıvermesi ürkütüveriyor bir anda. Hatta çok garip bir şey oluyor o anda, çünkü dinlemek de istiyorum; duymak istiyorum, monolog olmasın diye diliyorum ve anlattığım kişi de bana geri konuşsun, isterse kakafoni olsun ama aynı anda hem konuşmuş, hem dinlemiş, hepsini ama hepsini bir anda bir özgür bırakmış oluverelim diye düşünüyorum.

Bilenler bilir zaten; konuşurken, ki bu anlattığım evrelerden birindeyken konuşuyorumdur, sadece dudaklarım yetmiyor, elim kolum, beynim, kalbim, belki de pis ciğerlerim, gözlerim, midem filan da konuşma haline bürünüveriyor. Kendimde tek sevdiğim halim belki de o. Heyecanlı, telaşlı olduğum zamanlar. O zaman yetişebilirmişim gibi geliyor, bir şeyleri yakalayabilirmişim, Alice'in tavşanı misali.

Ama bazen de - ki uzun süredir bunu yaşıyorum, ne çok konuşmak - dinlemek, sataşmamak, hırçınlaşmamak istiyorum; sadece sakince başımı dayamak bazen. O durumda sadece sessizlik çıkıyor işte, diğer her şey eksik kalıyor; istek ve temennileri dilek kutusuna atmış gibi adeta. Tamamen içime dönüyor ve farkediyorum ki en çok ağlama ve mide bulantısı duygumun kabaracağını hissettiğim anlarda baş gösteriyor hırçınlığım. Sanki kırıverecekmişim her şeyi, yutuverecekmiş zaman da beni, arkadan 'ama beklesenize' deme vaktim bile olmayacakmış. Hiç sevmediğim halde o halimi, hemencecik alıveriyor beni esir.

Geçen gün düşündüm de; içimde iflah olmaz bir optimist, inatçı var ve ben o optimistliğin zarar görmesinden öylesine korkuyorum ki; her fırsatta onu karamsarlıklarla sarmalayıveriyor, iki dayak atıp, dizini kırıp oturmasını emretmeye çabalıyorum. Ve en çok da bu yoruyor beni işte. Çünkü ne zaman o duygusallığını ve optimistliğini seven yan kapıyı tıklatmaya başlıyor; ben elimde süpürgeyle "saçmalama saçmalama, inanma, git, hem olmaz ki" diye kovalamaya başlıyorum.

Share/Bookmark

0 comments:

Related Posts with Thumbnails

Arşiv