Koş....

Thursday, January 29, 2009 | |

Uzak...

Film adı gibi ama değil. 
Ne kadar etkileyebilir uzak insanı? Birini, seni tam anlamıyla tanımamı, anlamamı da mı zorlaştırıyor?
Bir şeyler yapmaya çalışıyorum, iyi de olsa yapmaya çalıştığım şey, kötü de, zor da olsa, kolay da, hiç gitme demek de olsa, gitmeli miyim sence diye sormak da... Hepsinde tepetaklak düşüyorum sanki. İlkokul, ortaokul, lise yılları beden derslerindeki gibi kasalar üzerinde takla attırmaya çalışıyor sanki beni hayat. Her seferinde yapabilir miyim bu kez diye soruyorum, koşuyorum uzaktan, tek adım kalıyor ve ben başımı vuruyorum sanki o aptal kasalara. Başım acıyor sonra, elim kolum ağrıyor, göğsüme bir ağrı giriveriyor. Yapamadım diye değil de, hoca düşük not verdi diye surat asıp, kenara gidiyorum, cezalı gibi bekliyorum bir köşede.
 
Ne zamandı hatırlamıyorum, gel diye uğraştım, geldin, sonra kalamayacağını söyledin, zorla kolundan tutup oturttum, bağladım sanki X ayının Y gününde birkaç saatliğine görebilmek için bağladım. Sonra gideceğini hissettim, hissedince koşmaya başladım; izin aldım hocadan bir kez denemek için sanki kasa üstünden taklaları... Ben başımı vurdum yine, gözlerimi açtığımda gitmiştin.
Ama daha da koştum... Günlerce, aylarca, "neden olmasın ki?", "neden gelmesin ki?" diye diye daha çok koştum arkandan, daha çok uzaklaştın sen de. Sen uzaklaştıkça daha çok koştum, bağırdım, seslendim arkandan. Üstüste vurdum başımı o aptal kasalara, tekrar tekrar... Yılmadım yine geldim, aynı spor odasının farklı soyunma odalarındaydık sanki. Sen kendini kilitlemiştin ama. Kapıda bekledim, sonra geç oldu saat, servis geldi, eve gitmek zorunda kaldım. Meğer her koşuşumda hiç bırakmamamı istermişsin koşmayı, önüne geçip durdurabildiğimi düşünmüşsün. Ben hep koşup koşup, yetişememişim sanki. 
Sonra ne olmuşsa, ben koşarken kayboluvermişim. Bir kez de bu kaybolmada karşıma çıkmış spor odası sanki, yine deneyip, yine başımı vurmak gibi. Ama bu kez gözümü açtığımda başucumda bulmuştum seni ama bilir misin ki nasıl acıyordu başım, gözlerimi çok çok az ve aralayarak açabiliyordum. Yanıyordu, acıyordu gözlerim.  Sanki koşamamama bozulup, "niye koşmuyorsun, ne güzel oynuyorduk, mızıkçılık etme bak, koşup bu kez geçeceksin o aptal kasalardan, göstereceğim ben sana, yapacaksın sen de" der gibi bakışların.. Sahi öyle mi bakıyordun, sahi başımda mıydın? Yoksa ben yine binlerce kez kurduğum hayallerden, rüyalardan birinde miydim?
Peki niye başımı vuruncaya kadar bekliyordun ki? 
Niye kayboluncaya kadar bekliyordun? 
Niye seslenmiyordun kaybolmayayım diye? 
Niye habersiz bırakıyordun beni? 

Bak kaç tane duyumuz var, hep öğretiyorlar ilkokuldan beri. Gözlerim görmezse kulaklarım var... Biri olmazsa diğeri... Buna rağmen niye olanlardan haberim olmuyor ? Ya da en son benim oluyor?
Bu aptal kovalamaca, bu aptal kasalar, bu aptal uzak... 
Melankolik o....'lara döndüm iyice...


Share/Bookmark

1 comments:

Anonymous said...

Bazen koşmaya gerek olmaz, koştukça uzaklaşabilme tehlikesine karşın. Bazen olduğun yerde durursun, kılını bile kıpırdatmadan. Bir bakmışsın uzaklaştığını düşündüğün kişi yanıbaşında bitmiş. Öyle zamanlar olur ki, hiç çabalamazsın aam o en büyük çaba olur. Her şeyi yapabileceğini düşünmek insana zarar verir. Sanırım sorun, her şeyi tek başına yapabileceğini, bütün sorunları senin halledebileceğin yanılgısı. An gelir, birlikte omuzlamak gereken sorunlar olur. Zaten öylesi daha güzeldir. Paylaşmak güzeldir çünkü. Kimse sırra kadem basmamıştı. Ama sen uzaklaştığını düşündüğün için o kadar çok koştun ki, kendin uzaklaştın. Bir de, ne demektir melankolik O....ular gibi. (Koala)

Related Posts with Thumbnails

Arşiv