This Sunday, Love me Spontaneously

Sunday, April 6, 2008 | |

Yağmur yağıyor, hava da 50F. Yani 50 eksi 32, çarpı 100 bölü 180 `centigrade`.. Yurt dışında yaşamak en çok matematik demek. Bir noktada bırakıyor insan tabii haliyle. Mesela Fahrenheit-Celsius geçişi sıkı zorladı. 1. sınıfta derse gidip, "Maxine 103 derece ateşle yatıyor" diye bir cümle duyunca, dudağı uçukluyor insanın. 103 mü? 103'te su bile kaynamış ve buharlaşmaya girmiş oluyor o derecede. 103... Yutkunayım bir saniye..Fısıldayarak içimden, "öldü mü?"

Neyse sonra bir ilahi güç "fahrenheit" diye fısıldamıştı. Defterin kenar çizgilerinin yanında denklem kurmuş, 39 derece ateşin de aslında çok yüksek olmasıyla birlikte, 103'le kıyaslayınca hafif kalmıştı gözümde. "iyi canım, yokmuş bir şeyi" diyebilecek kadar. 39'da havale geçiren bile var, ne diyorsun? 103 olsaydı ölmüş ve buharlaşmıştı, şükredelim Courtney..
Courtney diye birisi yok, mümkünse Courtney isimli biri hayatıma girmesin ayrıca. Selin gibi bir şey. "Haaeyy ay em Kaortniii, ay miyynn". Yaklaşmasın lütfen bana. Neyse geçiyorum.
Fahrenheita kendimi laptoba garip bir şekilde kendini yükletmiş meteoroloji programıyla alışmıştım. 30larda olunca soğuk oluyor, 40'da paltosuz çıkma, 50lerde ceketle çıkabilirsin. 60'da ceketi çantana at, 70 de uğraşma bile, tshirt giy çık, 80 askılı giy ceketle kurdeşen dökebilirsin, 90larda nefes alamıyoruz nemden, ağustosta oluyor bu. 92 filan ölüm noktası, iğrenç bir nem ve sıcak hava.

Inch ve pounda hala alışmadım, anlamıyor ve hatta bunun için çaba göstermeyi bile bırakmış durumdayım. Para hesaplarını 5 senedir, "paramın/maaşımın 1 bölü 7 siyle kitap aldım" haline getirdim, kolaylaştı.

Son 5 senedir en popüler soru, "şu anda orada saat kaç?"
Bu soruyu duyduğum anda, "bravo bravo" diye haykırmak istiyorum, "bir an hiç sormayacaksın sanmıştım."

Gece yatmadan önce "günaydın" deyip, akşamüzerleri "iyi geceler" diyorum. Uyanmış mıdır hesapları yapıyorum, yine yeni yeniden, hep hep hep. Kalbim Küçük Prens'in her gün aynı saatte gelmesini, kalbini hazırlaması gerektiği için isteyen evcilleşme yolundaki Küçük Prens tilkisi gibi oluyor. Yerinde değil ama, ağzımda ve elimde atıyor; duymaya başlıyorum atışları..

Bugün de pazar, yağmur yağıyor. Kitaplarda yazan, dizilerde izlenen yağmurda pencere kenarında oturup kahve-kitap-müzik ve "keşke yanımda *ve* olsa" kedisini seven sevgilim sesi huzuru, melodramımsı ama dünyaları kesin karakterlerle ayırmayan halde, spontane romantizm hissiyatıyla düşünüyorum-düşlüyorum?

Pencere kenarında çek-as var, tırmanarak oturmak gerekiyor, müzik açık -pink floyd,division bell albümü-, dün düştüm bacağımda kocaman bir morarıklık ve acı, 240 sayfa dünyanın en dandirik kitabını ders için okuma zorunluluğu...Şekil güzel, mekan kötünün iyisi, ama yemezler..

Olmuyor...

Mutlu melodramı sadece "Mel" seviyesinde bir pazar,

akşamüzerine doğru ilerliyor.

Çantasına da beni atmış ceket niyetine,

hava 52F...


P.S: Bu pazarki dileğim fotoğrafta, başka bir pazarda çekilmiş, Deni fotoğrafıyla. Lomo makia..Başım buluta değmiş sanki.
Share/Bookmark

0 comments:

Related Posts with Thumbnails

Arşiv